Rüzgar...

16 Ekim 2010 Cumartesi


       ''Yapma!!'' dedim. ''Eğer yaparsan çok fena olacak!''. Pislik pislik sırıtıyordu yüzüme. Yapamaz diye düşündüm, ama yapmıştı işte. Her şeyi berbat etmişti! Bütün şehir mahvolmuştu o'nun yüzünden. Oysaki kaç defa dedik ''nükleer bomba'' atmak yok diye...


       İnternet kafe den kalktığımızda çok kızmıştım Hakan'a, haklıydım da. O ise benim gönlümü almaya çalışıyordu. ''Gel' dedi ''Burger King'e'' oturalım. Sabah yediğim tek poğaçayla duruyordum hala, oyunun heyecanından da unutmuştum açlığımı.  Mırın kırın ederek ''iyi'' dedim ''gidelim'' , hem bedavalı kampanyası da var...

       Bütün ekip toplanmıştık. Ekip dediğinizde 4 adamdan oluşan internet kafe-playstation kafe arası mekik dokuyan bir şey işte, çok gözünüzde büyütmeyin yani. Hakan gönlümü almak için bedava menüsünü bana vermişti, başarmıştı da. Salak salak şeylerden gülüp, eğleniyorduk her zamanki gibi. Emre'nin tam burnuna kamışları sokup bizi kahkahaya boğduğu sırada -neden buna bu kadar güldük gerçekten bilmiyorum- birini gördüm uzaktan, duvarın arkasından sadece kafası çıkacak şekilde beni izliyordu. Arkadaşlara işim olduğunu, kalkmam gerektiğini söyledim. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle '' Yine mi o '' diye sordu Emre. Ardından Hakan ''oo sen iyice havaya girdin bakıyorum, hadi bakalım'' diye gülümsedi oda. Gülümsedim ve kalktım masadan...


      Esrarengiz kişiyi izliyordum. Sağ, sol derken internet kafenin oralarda gözden kaybetmiştim. ''İyi de oldu aslında'' dedim. İnternet kafeye girer biraz daha konuşurdum ''ne de olsa arayı fazla açmamam gerektiğini, işi hep sıkı tutmam gerektiğini söylemişti arkadaşlarım.'' Günlerdir profilindeki fotoğraflara bakıyor, her türlü ders bahanesiyle soru soruyordum. Sırf onun için, hiç alakam olmayan gruplara üye olmuştum. Evet, sanırım aşık oluyordum...

     Başka yer kalmadığından, sırt kısmı kırık olan sandalyeye oturdum, üstelik klavyesi de doğru dürüst çalışmıyordu bu bilgisayarın. Ama çok da önemli değildi ya, içimdeki tatlı heyecan her şeyi unutmama yarıyordu, uzun zamandır hiç böyle olmamıştım. Bilgisayarı açtım, o sırada biri omzumdan tuttu. İrkildim, kafamı sağa doğru çevirdim. Bu az önce takip ettiğim esrarengiz adamdı. Tamamen döndüm bu sefer adama doğru. ''Kimsin'' dedim, ''ne istiyorsun?''. ''Ben'' dedi, ''Facebook'um''. Çok şaşırmıştım doğrusu, nasıl bir insanın adı Facebook olabilirdi ki? Yabancıdır heralde diye düşündüm, ''sizin orda kızlar teklif ediyomuş abi. Yabancılarda komşuluk yokmuş, doğrumu?'' diye seri sorular sordum . Kafamı çok sert bir hamleyle tek eliyle tuttu ve bilgisayar ekranının dibine kadar itti. '' Abi dedim kusura bakma'' ''bende arkadaşın yalancısıyım''. Bana internet sitesi olan Facebook olduğunu söyledi...

      Kafamı o kadar çok sıkıyordu ki bayılacak gibi olmuştum '' abi'' dedim ''yapma'' ''migren var bende''. ''Gir'' dedi. ''Az önce düşündüğün kişinin profiline gir'' dedi, ''devam et''. ''Hayır abi! bakmak istemiyorum'' dedim. Kafamı dahada sıkıyormuş gibiydi, istemeye istemeye de olsa girdim. Profil resmi değişmiş, duvarında çok kişinin beğendiği ve yorumladığı bir şey olmuştu. ''Hayır'' dedim ''bakmak istemiyorum''. ''Bunu sen istedin'' dedi, ''haddini bilmedin, şimdi sonuçlarına katlan''.  Artık ağrıdan gözlerim yaşarmıştı ve istemeyerek baktım. İlişki durumunu değiştirmiş, saçları üç numara ve kirli sakallı bir çocukla ''bir ilişki içerisinde'' yapmıştı. Ve altındaki ''Allah ayırmasın kardeşim, Birbirinize çok yakışıyorsunuz, İşte bunu sevdim <3'' yorumlarını gördüm. Kafamı dahada şiddetli sıkıyordu bu sefer. Gözlerimdeki yaş birikmiş, artık akmasın diye kafamı geriye doğru tutuyordum. ''Baktık ya işte'' dedim, ''hala neden sıkıyorsun?''. Döndüğümde kimse yoktu arkamda. Parayı verip dışarı çıktım. Sigaramı yaktım. Hafif esen rüzgar göz yaşlarımı gözümden aldı ve yüzüme doğru attı. Sigaramdan çok derin bir duman aldım, yutkundum, seviyordum lan...

0 yorum:

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Search This Blog